28.09.2019

Epistemik Kafes


Şimdiye kadar bir çok milletten bir çok insanla dinsel yada bilimsel tartışmalarda bulundum. Bu insanlar arasında belli bir imama/şeyhe/alime/üstada (hoca diyeceğim bundan sonra) sadece kalben değil, zihnen de bağlı olanların belli bir konudaki düşüncesin hocasının dediklerinin aksi yönünde değiştirmenin imkansıza yakın bir verimsizlikte olduğunu geç de olsa fark ettim. O yüzden bir daha böyle bir verimsiz işe girmeme kararı aldım. Gönül ister ki aklı başında rasyonel düşünebilen herkes bu verimsiz işten vazgeçsin. 

Hocalarının rağmına düşünememe sorununun yaygın olduğu bir kültür ortamında bilgi üretimi, değişen dünyaya adaptasyon, ve kollektif düşünce teşvik yerine köstek görür. Bu kültürü sağlıklı yönde değiştirebilmek için evvela bu kültür oramını besleyen kök sebebi bulmak için yaygın görülen 4 ana kabulü ele alalım:

1. Kuranda/hadiste kainatta yaş ve kuru ne varsa yazar,
2. Bütün doğrular Kurandan/hadisten bulunabilir
3. Hocam Kuranı/hadisi benden çok daha iyi bilir
4. Herhangi bir konuda hocamın bildiği benim bilmediğim kesin bir şeyler vardır

Böyle kişilerle karşılaştığınızda dürüst olanları aynen bunları kabul eder. Fakat doublethink içinde bulunan bu bireyler size "tabiki hocam her konuda uzman değil, peygamberimiz bile tarım konusunda uzmanın kendisinden daha iyi bileceğini kabul etmiş ve her işi ehline yönlendirmiştir" der, tartışma konusu gündeme gelince de hocasının o konudaki görüşünü işin uzmanı başka demesine rağmen kabul eder. Neden böyle yaptığını sorduğunda da o tartışma konusunu dine bağlar, ve hocasının da dinde uzman olduğunu söyleyerek kendince tutarlı bir çıkış kapısı bulur. Siz de bu kişiyle beraber kendinizi epistemik bir açmazın içinde bulursunuz.

Yukarıda bahsettiğim aksiyomatiğin beslediği kültür ortamı ne modernizme cevap verebilir, ne de dini değişen dünyaya adapte olabilecek bir dini hayat örneği sunabilir. Değişen dünyada eklektik olmayan bir dini hayat yaşamak istiyorsak, çocuklarımıza hayattar, canlı, edilgen değil etken ve kozmolojik tutarlılık sunan bir dini yani bana göre islamın aslını/özünü bırakmak istiyorsak önce bu aksiyomatiğin yarattığı epistemik kafesi kırmamız gerekiyor. Bu yazıyı kısa kesip, ileride tek tek çok konuşulmayan ön kabullerimiz üzerinden gitmek istiyorum. 


16.02.2015

Şairane-8: İnkisar



Gönlüme kar yağdırdın ey dost!
Dondum yahu yokluğunla.
Uzaktayken vardın yine,
Gayrı yoksun hiçbir yerde.
Biz senle tek iken evde,
sen kendini çağırdın üstüne
Yapma gözün seveyim, kaldırmaz bu ev varlığı
Varlığı değil haşa, varlık iddiasını...
Sen gecesin, gündüze yoklukla varırsın.
Geceliğin devam etsin dersen gündüzü karartırsın.
Haşa gündüz kararmaz, ama sen gece kalırsın.
Kurban olam yapma, bir kez daha yaşatma inkisarı
İnkisarı ızdırapla yudumlayanları
Bir kez de sen kırma, o billur ruhları
Yiğidim, bak elden ayaktan düştüm
Yeter, lutfen, affen ...
(Şubat, 2015)

4.02.2015

Çağrışım haritaları ve kontrolsüz algı

Terakki etmemiş yani şuuru açılmamış insan derecesine göre plansızdır, plan yapsa da uygulayamaz, yada uygulasa da devam ettiremez. Bunun çözümü için insanın kendi üzerinde çalışması lazım. Kuran "aleykum enfusekum" der. Çözüme kendinizi değiştirerek başlayın.

Bunun da bu asrın realitelerine göre çok verimli bir kaç basamağı var. Kısaca şuur açma basamakları diye de adlandırabileceğimiz bu yeni Kurani yolu şu maddelerle özetleyebiliriz:

3.02.2015

Şairane-7: Niye ağlar ki insan?!



Kahverengi hatıralarım resmini çizerken
Seni ağladım bugün sessizce, derinden, 
Gecenin en koyusunda gizlenen,
                                                                                              Göz yaşlarım sanadır.

Şairane-6: Aktuelist hayal


Artık göremiyorum istikbali,
ya da aynadaki beni...
Gözlerim nemli, kalbim elemli...
Mazinin daveti cennet hediyeli...

Şairane-5: Mazeretim


Hüzün rengini aldığında şu zemin-u asuman,
Bir şiire muntazırdır savm-ı sükutta yüreğim.

Şairane-4: O gece



Bir şairi aşka mahkum eden laneti,
Esir aldı sözlerimi,
Yağmur memlekete, sen gönlüme
Damladığın o gece...

10.01.2015

Soru-cevap: Kadere dair basit bir izah

Soru: Hocam, evleneceğimiz kişinin bizim hiç bir irademiz olmaksızın kaderimizde yazılı olduğu ve değişmeyeceği doğru mudur? yoksa cüz-i irademizin, dualarımızın belirleyici bir rolü var mıdır?

Cevap: Kader bir kanundur. Kanun ile yaşadıklarımız, yaşayacaklarımız aynı şey değildir.

Yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız kader kanununa uygundur, o kanun ile yazılır. Ama o kanunun kendisi değildir.

Birinci mesela: Bir adam hırsızlık yapsa ve hapse girse, "anayasada benim hapse girmem yazılıymış bu yüzden hapse girdim" demesi hem doğrudur hem yanlış.
Doğrudur, eğer şu manayı kastediyorsa: ben hırsızlık yaparsam hapse gireceğim diye bir kanun var.
Yanlıştır eğer şu manayı kastediyorsa: benim hiç tercih hakkım yoktu, hapse gireceğim zaten anayasada yazılıydı.

Kaldı ki anayasada o adamın hapse gireceği yazmaz, anayasaki hükümler hırsızlık yapanın hapse gireceğini yazar.

Kader bir kitap değildir, bir kalemdir.

İkinci mesela: Süper Mario oyunu oynuyorsunuz. O oyunun düzeninden, hadiselerin belirli bir hikmetle karşınıza gelmesinden anlarsınız ki bu oyunun güzel bir kodu var. Ve bu kodu yazan zeki ve bilgili bir programcı var. Herşey belli bir ölçü ile geldiği için demek bu oyunda kader var. İşte o oyunun kaderi o oyunun kodudur. O kod zaman üstüdür. Yani siz oyun oynarken kod değişmez. Fakat o kod sizin canavarı yenip prensesi kurtaramayacağınızı kesin olarak belirlemez. Sizin canavarı yenmeniz o kod ile belirlenir ama kod sizi zorlamaz. Kod değişmese bile karşınıza çıkacak engelleri aşıp aşamayacağıız, bir nevi dua hükmünde olan joystick kontrolünüze bağlıdır.


Velhasıl, hayatta karşımıza çıkan hadiseler de bu minvaldedir, ama tabi çok daha komplekstir. Kader bize der ki, "sen adam ol ki kader sana hayırlar yazsın, dua et ki kader sana yazılmış müsibetleri hükümden kaldırsın".

İşte irademizin bir eline duayı veririz ki kader kalemi ile Cenab-ı Allah bize hayırlar yaza...
Diğer eline de istiğfarı veririz ki kader kalemi ile Cenab-ı Rahman şerlerden koruya...

9.01.2015

Bir 'Dikkatsizlik' Üzerine Mahluk ve Mec'ul Kavramları


Bir arkadaş her şeyi tevhide bağlama düşüncesiyle olsa gerek bir emailde 'Allah dikkatsizlik yarattı' gibi bir ifade kullanmıştı. Ben de bu tarz 'dikkatsizlik', 'tembellik' vs gibi yokluk belirten ifadelerin yaratılması fikrinin yanlış olduğunu düşündüğümü belirtmiştim. Sebebi sorulunca da aşağıdaki gibi cevap vermiştim:


...Fakat kastettigim manayi   iki makamda  ancak  izah edebilirim. 

Birinci makam mahluk mecul farki. 
Ikinci makam varlik yokluk izahati. 




Birinci makam:

Bu kavramlara giris mevzuunda acilisi barla lahikasindaki su ifade yapsin:
Sa'd-ı Teftazanî'nin 


(insani ruh mahluk degildir)  demesi; 

(de ki ruh rabbimin emrindendir)  sırrıyla-beka-yı ruh bahsinde beyan edildiği gibi-ruhun mahiyeti, zîhayat bir kanun-u emir, zîşuûr bir âyine-i ism-i Hayy, zîcevher bir cilve-i hayat-ı sermedî olduğundan mec'uldür. Bu cihetle, mahlûktur denilemez. (BL) 

Evvela bu konuda bir kac alintiyi daha koyayim, daha sonra bunlara basit bir dille izah getirmeye calisayim. 
Sual : Makamın iktizası hilafına  

(yudkhilune) 'nin yerine  

(yec'alune) kullanılması neye binaendir?  Elcevap : Yolcular necatlarını intaç edecek hakiki sebepleri arayıp bulmaktan meyus olduktan sonra kulaklarını tıkamak gibi ca'li ve zanni şeylere müracaat etmek mecburiyetinde kaldıklarına işarettir.  (Isaratul icaz) 

Sunu da muhim buluyorum:


 (tec'alu, kilin -ayette la ile beraber kilmayin-) Bu tabirin,  

(ta'takidu, itikad edin - la ile beraber itikad etmeyin- )  tabirine tercihi, onların, Allah'a isnad ettikleri şeriklerin ve misillerin  aslı ve hakikati olmadığı için  o uydurma şeriklerin itikad edilecek şeyler olmadığına, ancak  uydurma, ca'li şeyler olduklarına işarettir.(Isaratul icaz) 

Burada da ince ve dikkatli bir ayirima isaret ediliyor, ustelik onca mealin (inni cailun fil ardi halife) ayetinin mealini yaratmak seklinde yanlis verdigini de anlayabiliriz:

Melaikenin  
 (etec'alu, kilacak misin?)  ile yaptıkları istifhamdan maksat,  'e itiraz,   'i inkar etmek değildir. Çünkü Cenab-ı Hakkın fiillerine itiraz etmeye ismetleri manidir. Ancak   'in sebebi mahfi olduğundan, taaccüple sebep ve hikmetini sormuşlardır.   tabirinden anlaşılıyor ki, insanın ahvali, vaziyetleri ne tabiatın iktizasıdır ve ne de fıtratın icabıdır; ancak bir cailin ca'li iledir. (Isaratul icaz) 


Imdi, 

Yukaridaki alintilarin da isaretinden anlasilacagi gibi halk-yaratmak ile ca'l- kilmak arasinda fark var. Bu farki kabaca ama genel bir tanim icinde soyle ozetleyebilriiz:

Halk,  bir seyin enfusune ve zatina dair yapilan bir degisiklik. ibda ve insaa ile olabilir. vucud-u ilmiden vucudu hariciye gecis suretinde olabilir vs.  

Ca'l,  bir seyin afaki ile olan iliskilerine dair yapilan bir degisiklik, unvan vermek gibi. veya daha cok "assign" etmek gibi. 

Misal: bir kap var elinizde, icine su koyup icerseniz o kap bardak olur, toprak koyup cicek buyuturseniz o kap saksi olur. 
iste o kabin vucud-u haricisi mahluktur. Fakat onun bardakligi veya saksiligi mec'uldur. 
Mesela lat ve uzza aslinda tahta parcalari olarak halk edilmisken, insanlar onlari ilah kilmislar, ca'l etmisler. 
Tekrar edelim, ceale fiili bir seyin zatina dair bir degisikligi gostermez. o seyin cevresine gore iliskisine dair bir degisikligi gosterir. 

Son yaptigim alintida da belirtildigi gibi Bakara suresinde Cenab-i Allah "ben yeryuzunde halife yaratacagim" demiyor, "kilacagim" diyor. Bu secimin yaratmaya nazaran hikmetini Ustad izah etmis, zira halifelik insanin zatina dair bir degisiklik degil. Yani insanin tabiatinin, fitratinin bir parcasi degil. Oyle "assign" edildigi icin halife. 

Bir iki ufak misal ile bu makami sonlandiralim: 
Bir kalem uzun yaratilmaz. iki farkli ozellikte kalem yaratilir, bu iksinin etkilesiminden uzun kavrami ortaya cikar. Bu iki kalem etkilesirse biri digerine uzun kilinmis olur. 
ayni kalem daha baska bir kalem ile etkilestiginde ayni zamanda kisa da kilinmis olabilir. Yani uzunuk kisalik zati degil, itibari bir kavramdir. Soguk ve karanlik kavramlari da ayni sekilde dusunulebilir. 


Ikinci makam:  
Aydinlik ve karanlik kavramlarini ele alalim. Burada aslinda iki farkli sey yok. Var olan aydinliktir, karanlik esas itibariyle yoktur, vucudu nisbidir. Bunun olcusu, kriteri ise bir seyin kaynagi var ise vardir, kaynagi yok ise aslinda o sey yoktur. 

Aydinligin kaynagi vardir, bu herhangi bir isik veren sey olabilir. Fakat karanligin kaynagi yoktur. yani oyle bisey yok ki etrafa karanlik sacsin. sadece kaynagin onunu keserek etrafi karanlik "kilar", ca'leder. 


Bu yuzden aydinlik yaratilir, zira kaynagi vardir. Karanlik ise ca'l edilir, kilinir zira kaynagi yoktur. 
Felsefedeki "the problem of evil" mevzuunu, yukaridaki tanimla Ustad hazretlerinin su ifadesini beraber okuyunca karisikliginin kolayca izale oldugunu goruyoruz:
Ey şiddet-i şefkatten şedid bir elemi hisseden nefsim ve arkadaşım! Vücud hayr-ı mahz, adem şerr-i mahz olduğuna, bütün mehâsin ve kemâlâtın vücuda rücûu ve bütün maâsi ve mesâib ve nekâisin esâsı adem olduğu delildir. 

Yani varlik hayrin ta kendisi, yokluk ise serrin ta kendisidir. Yada mefhum muhalifiyle, hayirlarin hepsi varliktir, kaynagi vardir. serlerin hepsi de var gibi gorunen ama yukaridaki tanima gore aslinda varolmayan, ve kaynagi olmayan yokluktur. 
Bu yuzden hayrin olabilmesi tum sartlarinin ve sebeplerinin vucuduyla mumkun iken, serrin olmasi icin bir sartin ve bir sebebin ademi yeterlidir. 
Bu yuzden hayrin tek sahibi Allahtir, serrin sahibi ise yoklukla bulamac halde olan mahluklardir. 


Gelelim asil mevzuya, 
dikkatsizlik yaratilmaz. Zira kaynagi yoktur. Bu yuzden hakiki vucudu yoktur. Dikkat halinin engellenmesi ile ca'l olunur, ortaya cikar. 
Allah dikkatsizlik yaratti demek bu bakimdan hem yanlistir, hem de tesbihe aykiridir (bir nevi tahmid sayilsa bile). Fakat dikatsizlige ragmen neticesini guzel yaratti denilebilir. 

Suara suresinde Hz. Ibrahimin tam peygamber edebine yakisir bir sekilde yaptigi su dua cok manidardir:

 "Hastalandigim zaman bana sifa veren O'dur" 

2.05.2013

Acz-u fakr mesleği: "I must but I can't"

Kişisel gelişim kitaplarında çok rastladığımız yanlış bir tavsiye vardır. "Hadi koçum yaparsın sen, kesseler acımaz" modunda bir telkine siz de çok rastlamışssınızdır. Bunun tesirsiz olduğundan değil, daha ötesinde negatif tesirleri olduğundan bahsediyorum. Çoğu kişisel gelişim kitaplarının bu telkinleriyle ve hayat'üd dünyanın hipnozuyla hayaller aleminde yaşayan insanlar genelde herhangi bir şeyde "yapabilirim"  zannına sahip. Bu zannı en genel anlamda "i can" ile formülize ediyoruz.

Genelde bu ifadeyi de belli hayaller altında söylerler: "Şartlar elvermiyor ki yapayım, şartlar olsaydı yapardım, yoksa ne kabiliyetler var bende". Bu kritik mevzunun anlaşılması için örnekleri çoğaltalım. Bu arkadaş şartlar uygun olsa ne kitaplar okurdu, iş kursaydı en alasından kurar, şu filimdeki dizideki rolü o oynasa en iyisini yapardı. Ah o forvette o olacaktı, nasıl da takardı doksana. Tek eksiği bu şartlar eline verilmemiş olması, yada bugünlerde modunun iyi olmamasıdır. Bu arkadaşın ülke idaresinden trafik düzenlenmesine kadar, ordan borçların ödenmesine, ordan ders çalışmaya kadar, ordan namaz kılınıp kılınmamasına, ordan sohbet etmeye, kitap yazmaya kadar her konuda farklı hususi uzmanlığı vardır. Hepsini bilir, herkese her konuda fikir beyan eder, tenkitte bulunur. Esasında dışardaki birinden bahsetmiyorum. Bizzat senden, benden bahsediyorum.

Ama dikkat etmenizi istiyorum, bir çok şey hakkında "ben yapamıyorum, beceremiyorum" diyor olabilirsiniz. Fakat iyi bakın, bunların ekseriyeti, "yapamıyorum çünkü şartlar uygun olmuyor" gizli hayali altında, acziyet görüntüsü oluştururlar. Daha öncede çok vurguladığımız gibi bu görüntüler aslına benzediği için aslına engel olurlar. Acziyet görüntüsü varken nasıl gerçek acziyete, yani acz-i mutlaka ulaşsın bir insan?!

Evet, tekrar edelim, "ben yapamıyorum şu günlerde, çünkü bir iki şart uygun değil" hayali oldukça insan ne gerçekten dua edebilir, ne aczini hissedip Rahmeti ve Kudreti sonsuz olanın dergahına el açabilir. Kişi çevre şartlarından şikayeti tamamen bırakıp, sorumluluğu üstüne alırsa işte o zaman terakki merdiveninde yukarı çıkmaya başlar. Bu durumu da "yapmalıyım" yani "i must" ile formülize ediyoruz. İster dini bir vecibe olsun, ister hayatın içindeki işler adına olsun, hayali bitirip "i must" diyerek sorumluluğu üstlenmek hayatınızı baştan aşağı değiştirir. "Bu okul mutlaka bitecek, bu sınavdan geçilecek, şu makale yazılacak, faturaları mutlaka ödemem lazım, şu meseleyi mutlaka çözmem lazım, şu hastalığa mutlaka çare bulacağım, borcumu mutlaka ödemeliyim, şu hasletlerden mutlaka kurtulup, şu güzel hasletleri kesin oturtmam lazım." demek sorumluluğun altına elini sokmak demektir. Zorluklar karşısında bazısı bu sorumluluğun altına girer ama çoğusu bunalıma girer, başkasına bilerek, bilmeyerek eziyet eder, "napayım, çok dardayım, benim böyle davranmam, çalmam, şu işi yapmam çok normal değil mi?" diyebilir.

Nihayetinde aynı dünyada yaşıyor olmamıza rağmen Bediüzzaman gibi biri çıkıyor "Kuranın sönmez ve söndürülmez bir güneş olduğunu ispat etmem lazım" diyor, Süleyman Hilmi Efendi ayağa kalkıyor ve "Unutturulmaya çalışılan Kuran'ı yaşatmam lazım" diyor, başka bir alim çıkıyor "bütün insanlara imanı götürmek lazım, güneşin doğup battığı her yere nam-ı celili Muhammediyi duyurmak lazım" diyor. Fakat bunları demek yetmiyor tabiki. "i must"dan sonra burdan "i can't" doğuyor. "Kuranın hakikatini nasıl ispat edersin, insanlara hidayeti nasıl götürürsün ki?! Elde avucta olan belli, burdan ne çıkar ki acaba?!" Üstelik varolan şeyleri yapıyoruz, çabalıyoruz, yine olmuyor yine olmuyor. Ama yapmak da lazım. Olmuyor diye bırakıp gitmek değil çözüm. İşte tam burada insan acziyetini anlıyor, meşieti Allaha bırakıyor. "Allahım, ben acizim, sen Kadirsin"  ifadesini iliklerine kadar hissediyor. Hatta bu manayı bir kafir de hissetse, Allah demese bile "i must" dan sonra gelen "i can't" i yakinen tatsa, az çok o da cevap görür. Allah diyen bir müslüman bu mana ile Allaha bıraksa işleri, kerametvari sonuçlar görür, görüyor ve biz de böyle insanlar üzerinden görüyoruz.

İhlas risalesinde dikkat ederseniz "Samimi bir ihlas şerde dahi olsa neticesiz kalmaz. Evet ihlas ile kim ne isterse Allah verir. Men talebe ve cedde vecede yani kim talep eder, talebinde ciddi olursa aradığını bulur külli bir düsturdur, külliyeti mesleğimize de şamil olabilir" diyor.  İşte tam da bundan bahsediyorum. "i must" ifadesini "ve cedde" de görmeye çalışın. Bu yüzden ihlası daha önce kararlılık kavramı ile izah etmiştik.

Velhasıl, çevreden şikayet etmeyen, mazeret üretmeyen, en başta sorumluluğu yüklenen ve "i must" diyen bir insan işe koyulduğunda "but i can't" demeye başlar, kararlı ve ciddi olursa ızdırar hali yaşar, sonra da imanı varsa meşieti tamamen Allaha bırakır, evvela Allahı bulmuş olur ve sonra hiç geri çevrilmeyen ızdırar duası ile istediği şeyi bulmuş olur.

26.03.2013

Şairane-3: "Hiç" olmadığı kadar



Yok olmayı anlatıyorum... 
yok olmak, bir katrenin ummanda kaybolması
yada bir sesin, dağın tepesinde  ıssız ve yankısız sönmesi gibi...
Varsayılan bir noktanın, Sonsuzun varlığını anlattığı gibi anlatıyorum... 


Önce varsayarsın yokluğu, tadarsın yokluk acısını...
Sonra yok sayarsın varlığı, kalırsın yapayalnız...
Birbir geçersin cendereden, adım adım, yudum yudum..
yalnızlığınla yürürsün, yürüdükçe yalnız kalırsın... 


önce sevgine vurulur kelepçe, sonra diline...
diyemezsin sevdiğini o nazlı yarine ...
gönlüne müdahele eder aklın,
yavaş yavaş erir varlık, sen ademi tadınca,  
cud bulan O olur, sen mün'adim olunca


Ah hiçlik.. 
hiç olmak istiyorum hiç olmadığı kadar...
sıfır, tam bir sıfır... noksansız bir sıfır... 
yok olacak yokluğumda her bir günah...
adem rengindeyim bugün, ademinde benliğin...


(Haziran-2007)

25.09.2011

Evrim Üzerine Yeniden


Evrim meselesinde doğru soruyu soramazsak, doğru cevaplara ulaşamayız. Soru evrim var mıdır yok mudur sorusu değil, evrimin doğruları ve yanlışları neler sorusudur. Zira çok cüzlerden oluşan bir küllü reddetmek, tüm cüzlerini de reddetmeyi iktiza eder. Bu da tartışmasız ve herkes tarafından kabul edilmiş bir çok hakikati de reddetmek demektir ki, hakikate karşı büyük bir saygısızlık olur. O halde evrim belli kontekslerde tekrar analiz edilmeli, oturması gereken rayına daha münasip bir şekilde oturtulmalı.

Evrim yaratılışın alternatifi midir?

Batı dünyası ve hristiyanlığı, Newton'ın mekanistik kainat görüşünden etkilenmiş hatta benimsemiştir.  Buna göre tanrı kainatı bir ilk yaratma ile yarattıktan sonra diğer tüm oluşumları kanunların ve sebeplerin ellerine bırakmıştır. Tüm hadiseler bu kanunların muktezası neticesinde önceki sebeplerinin birer çocuğu şeklinde ortaya çıkar. Tanrıdan bağımsız ama tanrının ara sıra mucizelerle müdahele ettiği bu kainat görüşü, velediyet akidesinin bir veledidir. Bu düşünce, kainatın tanrıyı içine alabilmesi ve kainatın kendisini varsayılan (default) kabul edip, tanrıyı kainat içinde herkesten güçlü, herkesten bilgili, herşeye müdahale edebilen üstün-insan (super-human) imajıyla görmeleri, ara-sıra mucize ile müdahale eden bir tanrı düşüncesini de beraberinde getirmiştir.

Bu nedenle batıdaki evrimle ilgili tartışmaların hemen hepsi ''evrim''/ ''yaratılış'', ''evrimci/yaratılışcı'' kavramlarını birbirlerine alternatif olarak kullanırlar. Maattessüf, islam dünyası da evrim fikrini bu dualite zemininde almış, bu husustaki kendi kelamını, teolojisini uygulama ve kendi ikliminde yeniden yorumlama yoluna girememiştir. Bunun en büyük iki sebeplerinden birincisi, evrim nazariyesinin yayıldığı konjönktörün neticesi, batının evrimi inkar-ı uluhiyet fikrinin eşantiyonu olarak vermesi, ikincisi ise evrimin inanç-inkar tartışma fırtınasına hazırlıksız yakalanan islam aleminin mütedeyyin ve akl-ı selim sahibi bilimadamı eksiğinden kaynaklanan korunmacı ve reaksiyoner tutumu olmustur.  

Halbuki Kuran'ın ikliminde herşeyin tekevvünü, bulutların oluşumu ve yağmurların yağmasından, yıldızların hareketlerine, embriyonik gelişmeden toplumların kazandıkları zafere kadar yaratılış kavramı içerisinde takdim edilir. Bu bağlamda evrim için mevcut öngörülenlerin tümü doğru bile olsa Kuran terminolojisinde Allah'ın yaratması kapsamına girer. Bu yüzden evrim ve yaratılış birbirine münafi değildir. Olsa olsa, evrim biyolojik yaratılışın mekanizmalarından birini açıklamaya yönelik bir teori olabilir. Halböyleyken evrim üzere dönen tartışmalar Allahın varılğını ve yaratmasını sorgulamaktan çok uzaktır.

Kuranda Hz. Adem mefhumu ve evrim

Kur'an-ı Azim'uşşan, bir bildirge yahut bir tarih kitabı olmadığı gibi, gayesi de insanlara sadece bir takım bilgiler sunmak değildir.  O, ezeli bir kelam olması itibariyle çok külli maksatları havidir. Maksatlarından birinin zaman boyutuna izdüşümü, şahsın ve toplumun potansiyel havi olduklari hususiyetleri kuvveden fiile çıkarmak, yani ideal ferd ve toplum oluşturmaktır. Bu yüzden her ayeti, her kavramı, bütün zamanlara ve bütün insanlara hitap eder.  Çoğu zaman da ayetlerin ilk, sarih manalarının yanında türkçede kullandığımız ¨kızım sana diyorum, gelinim sen anla¨ deyimindeki gibi işari ve remiz manalarıyla hitap eder.
Mesela Hz. Adem aleyhisselam'ın şahsında aynı zamanda beniAdem yani insanlık anlatıldığı gibi, İblis'in şahsında da insanlığa düşman olan tüm şeytanlar ve şeytanlık  anlatılır. İnsanlığın babası olan Hz. Adem'in yaratılışı, Kuran-ı Kerimde safha safha anlatılır.

Tüm bunların ışığında denilebilir ki, insanlığın safha safha yaratılması herkesçe müsellem olmakla birlikte, esas mesele, Hz. Adem aleshisselamın biyolojik cesedinin hazırlanma safhalarının biyolojik zeminde mi, materyal seviyede mi, metafizik dünyada mı yoksa daha başka bir alemde mi cereyan ettiği sorusudur. Bu düşüncelerin herbiri ise Kuran-ı Kerimin ve sahih hadislerin sarahatini inkar etmemek şartıyla, itikadi olmayıp, ¨fihi nazarun¨ kategorisine dahildir.

Şairane-1: Bir Hayalin Te'vili

Eskilere Ait Bir Futuhat-ı Mekkiye Meyvesidir


Seyr başlıyor...
Ve yavaş yavaş, göz kepengini indirdi...
Yavaş yavaş, manaya cisim giydirdi...
Şuursuz girdi uzun ince yoluna
İnceden perde çıktı karşısına




İşte dualite...
Perde iki renkli, hem iki yüzlü,
Biri siyah, diğeri beyaz süslü
Beyaza bir göz, siyaha bin bakıyor,
Bin göz ki manası o Bir'den geliyor.


Ben nerdeyim?
Siyahtayım, hem ayakta,
Kupkuru hava, güneşin alnında,
Mana kayıplara karışmış,
İnsan yokluğa allışmış...


Harmoniye ceza...
Binlerin içinde, hareketli bir gün...
Koşuşturmaca, bağrıştırmaca, para, eğlence, gürültü...
Güneşin tam altında, terler içinde, hava kupkuru...
Ağlamak bile yasak, kalbin yeni kuralı..
Durmak dile haram, gözler kırık cam edalı,


Davet var...
Perdenin verasından esrarlı bir musiki
Kalbinden yakaladı ve sundu daveti...
Yasak kalktı, göz ağladı, sundu aczini
Celali bir ses geldi, bekle ve gör halini


Perdeyi geçenler...
Kesret boğuyor ama reca var..
Etrafa bakıyor ki gönüller dar...
Perdenin ardına geçiyor bir ikisi...
Geçenler de kayboluyor, hem kendisi hem sesi...


Acz, dua kabına damladı
Bir dua, manası sırlı hayattan,
Bir dua, can cekişen fıtrattan...
Bir dua, mazideki masumiyetten...
Bir dua, istikbalin yiğidinden...


İşte duanın tesiri 
İçini vicdani bir his bürüdü
At artık şu dağ cürmünü...
“Kimsin sen? Yine kim konuştu?”
Ses yok... Demek konuşan sükuttu...


Nasıl bir ses bu sükut?
Tıpkı bir çağlayan sesi...
Belki kuşların musikisi, rüzgarın neşvesi...
Belki dalganın narası, berkin yüksek sadası...
Ama kelimeden münezzeh, sade, vazıh edası


Sesimi takip et...
Bütün görüntü bir akıl yanılgısı...
Formlar ve suretler ayak prangası...
Fikirlerin kokuşmuş gıda...
Hislerin düşmüş ayağa...


İlk ders...
Çok kelime var ki seni kandırıyor...
Hem aklını hem ruhunu bulandırıyor...
Olmayana var, mevcuda yok diyorsun..
Var olanın birliğini bilmiyorsun...


Kafa karışık... 
Var olan bir olmalı, Bir olan var olmalı..
Ama beyin sızlıyor, bu görüntü neyin malı?
Gaye-i hilkat nedir, aceb ezeli midir?
Manası yoktan değil, ilm-i ilahi ezelidir.


Tehlikeli bölge...
Benim hakikatım, ilimde vardı Ezelde
hadistir sen nazarında, ezelidir O'nunkinde
Vahdet-ül vücud deme, zira tehlikelidir.
Ama bil ki senin vücudun çok şüphelidir.


Zaman mefhumu...
Akıl sordu ki zaman diyorlar nedir?
Büyük bir hakikatın bir cilvesidir.
Hakk dediler onun  hakiki adına,
Görünür bakınca levh-i mahv-u isbata,

8.12.2010

Odaklanabilmek icin

Kimi zaman basit bir yaziyi anlamak icin defalarca okursunuz. Yada size soylenen basit seyleri anlamak icin tekrar ettirmissinizdir. Halbuki basarinin ve ilmin arkasindaki bir kac sebepten en onemlisi "dikkat"tir. Sirf bu yuzden kitap okumada verim alamiyorsaniz, calistiginiz dersler fayda etmiyorsa, dersleri, seminerleri yada sohbetleri takip etmekte zorlaniyorsaniz ve en onemlisi bu durumdan rahatsizsaniz size ufak bir tavsiyem olacak. Tavsiyeye gecmeden evvel bu durumun sebebini anlamak icab eder. 

Dikkat daginikligi yada konsantrasyon eksikligi diye tanimlayabilecegimiz bu durumun sebebi, beynimizin ve onunla beraber etkilesim icin de bulunan ruhumuzun (psikolojimizin) paralel islem yapmasidir. Simdi meseleyi izah edebilmek icin bazi postulalar tanimlayacagim:

1.  Bir isin onemi kisiye ve zamana gore degisir.  
islerin onemi objektif degildir, subjektiftir. Yani kisinin verdigi "onem" o isin o kisideki derecesini belirler. Bunun yaninda bir kisinin bir ise verdigi onem o isi arzu etme derecesi ile orantili olsa da her zaman dogrudan belirlenmez. Bazen cok arzu etmedigi halde gerektigi icin yapilan cok onemli isler olabilir. Bunun yaninda normal sartlarda ayni oneme sahip iki isten aciliyet derecesi birinin onemini daha cok arttirir. 

2. Insan islerini onem sirasina gore yapar. 
Aciliyet ve arzu edilme derecesi isin icine katilarak belirlenen onem sirasi, yapilan islerin sirasini gosterir. 

3. Insan beyninde suuralti calisan bir alarm mekanizmasi vardir. 
Insan bir isi aciliyetinden oturu yaparken, yapmasi gereken siradaki isler beyin tarafindan surekli hatirlatilir. Bu ise mevcut yaptigi islerdeki dikkatini dagitir. 

4. Suuralti, el altindaki muhtemel yapilabilecek isleri insana hatirlatarak surekli tavsiye edebilir
Bu da dikat dagitir.  

Bir ise pur dikkat ile odaklanmak istiyorsak, yukaridaki postulalarin dogrulugu varsayildiginda sunlari yapmak gerek:
a) odaklanmak istedigimiz isin onemini bilmek ve kendimize hatirlatmak. Bu aslinda motivasyonun yada halk arasindaki tabir ile "gaz verme"nin ta kendisidir. Bir isin onemini hatirlamak icin, bu is yapildiginda ve yapilmadigindaki neticeleri tefekkur edilip, bu neticeleri kendisinin ne kadar arzu ettigi ve ne kadar kacinmak istedigi, temrinler ile vurgu yaparak dusunulmeli. Burada onemli olan farkindaliktir. Bir parca NLP ise yarayabilir. 

b) Islerin aciliyeti dusunulmeli. Bunun da farkinda olmali. O is gecitirildigindeki neticeleri de dusunulebilir. 

c) Beyindeki suuralti alarm sistemini kapatmali. Beyindeki alarm sistemi calistikca bir ise konsantre olmak cok zordur. Bu alarm sistemini kapatmak icin ise disaridan bir alarm sistemi elde etmek lazim. Mesela bir ajanda tutabilirsiniz. Katilmak istediginiz seminerleri, ders saatlerini, randevulari kafaniza yazip herbiri icin suuralti alarm olusturmaktansa, bir ajandaya yazip, mekanik yada elektronik bir alarm sistemi kurabilirsiniz. Bazi web siteleri sizin icin bir takvim tutup size hatirlatma yapabiliyor. Yada gun icinde bir isiniz varsa, 10 dk oncesi yada uygun bir zaman oncesinden telefonunuza alarm kurabilirsiniz. 

d) Bir ise konsantre olmak istiyorsaniz, yapilabilecek tum alternatif islerden kurtulmalisiniz. Yemek, internete girmek, baskalariyla konusmak, televizyon izlemek vs. gibi ihtimallerin bulundugu bir ortamda baska bir ise konsantre olabilmek ozel yetenek ister. Bu yuzden is yaparken tum bu ihtimallerden kurtulmak lazim. Mesela evde internetin, TV'nin, buzdolabinin vs bulundugu bir ortamda ders calismak ile kutuphanede bilgisayarin getirilmedigi, yemenin ve birileriyle konusmanin yasak oldugu bir ortamda ders calismak arasinda cok ciddi verim farki vardir. Kitabi internetten okumak ile internetin ve baska yapacak seyin olmadigi mesela kitap okuma kampi gibi bir ortamda okumak arasinda da daglar kadar fark oldugunu tecrube edebilirsiniz. 

Eger bir isi yapmak icin ortam degistirmek mumkun degilse, o halde kendinize kural koyun. Mesela kendinize diyebilirsiniz ki 1 saat boyunca yemek, konusmak, internete girmek, TV acmak yasak. Bu yontem bir cok insan icin ise yarasa da bazilari kendilerine saygi duymuyor olabilirler. Kendilerine saygi duymamayi ozellikle tercih edenler bu kurallara uymayi hakka saygi olarak gorebilirler. Yine de ise yaramazsa, cok daha etkili olan ve herkese tavsiye edebilecegim bir yol daha var: grup halinde yani cemaatle is yapmak. Mesela okumak istiyorsaniz, 1-2 kisi daha bulun, beraber okumayi deneyin. Ders calismak icin de ayni taktigi uygulayabilirsiniz. Yalniz uyarayim, 2 kisi bulabiliyorsaniz 1 kisi ile yetinmeyin, zira iki kisilik bir grupta cogunluk yoktur. 

Tum bu tesbitler ve tavsiyeler sahsi tecrube ve okuduklarimdan cikardiklarimdir. Elbette biyolojik yada psikolojik pataloji durumlarina cevap vermeyebilirler. Bu durumda yapilmasi gereken uygun bir doktora gitmektir. Ama onun disinda bunlari bilmek, hayata gecirmenin ilk adimi oldugu icin belki baziniza da ise yarar mulahazasiyla yaziya aktardim. Insallah istifade edersiniz.