Terakki etmemiş yani şuuru açılmamış insan derecesine göre plansızdır, plan yapsa da uygulayamaz, yada uygulasa da devam ettiremez. Bunun çözümü için insanın kendi üzerinde çalışması lazım. Kuran "aleykum enfusekum" der. Çözüme kendinizi değiştirerek başlayın.
Bunun da bu asrın realitelerine göre çok verimli bir kaç basamağı var. Kısaca şuur açma basamakları diye de adlandırabileceğimiz bu yeni Kurani yolu şu maddelerle özetleyebiliriz:
hayal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
4.02.2015
2.05.2013
Acz-u fakr mesleği: "I must but I can't"
Kişisel gelişim kitaplarında çok rastladığımız yanlış bir tavsiye vardır. "Hadi koçum yaparsın sen, kesseler acımaz" modunda bir telkine siz de çok rastlamışssınızdır. Bunun tesirsiz olduğundan değil, daha ötesinde negatif tesirleri olduğundan bahsediyorum. Çoğu kişisel gelişim kitaplarının bu telkinleriyle ve hayat'üd dünyanın hipnozuyla hayaller aleminde yaşayan insanlar genelde herhangi bir şeyde "yapabilirim" zannına sahip. Bu zannı en genel anlamda "i can" ile formülize ediyoruz.
Genelde bu ifadeyi de belli hayaller altında söylerler: "Şartlar elvermiyor ki yapayım, şartlar olsaydı yapardım, yoksa ne kabiliyetler var bende". Bu kritik mevzunun anlaşılması için örnekleri çoğaltalım. Bu arkadaş şartlar uygun olsa ne kitaplar okurdu, iş kursaydı en alasından kurar, şu filimdeki dizideki rolü o oynasa en iyisini yapardı. Ah o forvette o olacaktı, nasıl da takardı doksana. Tek eksiği bu şartlar eline verilmemiş olması, yada bugünlerde modunun iyi olmamasıdır. Bu arkadaşın ülke idaresinden trafik düzenlenmesine kadar, ordan borçların ödenmesine, ordan ders çalışmaya kadar, ordan namaz kılınıp kılınmamasına, ordan sohbet etmeye, kitap yazmaya kadar her konuda farklı hususi uzmanlığı vardır. Hepsini bilir, herkese her konuda fikir beyan eder, tenkitte bulunur. Esasında dışardaki birinden bahsetmiyorum. Bizzat senden, benden bahsediyorum.
Ama dikkat etmenizi istiyorum, bir çok şey hakkında "ben yapamıyorum, beceremiyorum" diyor olabilirsiniz. Fakat iyi bakın, bunların ekseriyeti, "yapamıyorum çünkü şartlar uygun olmuyor" gizli hayali altında, acziyet görüntüsü oluştururlar. Daha öncede çok vurguladığımız gibi bu görüntüler aslına benzediği için aslına engel olurlar. Acziyet görüntüsü varken nasıl gerçek acziyete, yani acz-i mutlaka ulaşsın bir insan?!
Evet, tekrar edelim, "ben yapamıyorum şu günlerde, çünkü bir iki şart uygun değil" hayali oldukça insan ne gerçekten dua edebilir, ne aczini hissedip Rahmeti ve Kudreti sonsuz olanın dergahına el açabilir. Kişi çevre şartlarından şikayeti tamamen bırakıp, sorumluluğu üstüne alırsa işte o zaman terakki merdiveninde yukarı çıkmaya başlar. Bu durumu da "yapmalıyım" yani "i must" ile formülize ediyoruz. İster dini bir vecibe olsun, ister hayatın içindeki işler adına olsun, hayali bitirip "i must" diyerek sorumluluğu üstlenmek hayatınızı baştan aşağı değiştirir. "Bu okul mutlaka bitecek, bu sınavdan geçilecek, şu makale yazılacak, faturaları mutlaka ödemem lazım, şu meseleyi mutlaka çözmem lazım, şu hastalığa mutlaka çare bulacağım, borcumu mutlaka ödemeliyim, şu hasletlerden mutlaka kurtulup, şu güzel hasletleri kesin oturtmam lazım." demek sorumluluğun altına elini sokmak demektir. Zorluklar karşısında bazısı bu sorumluluğun altına girer ama çoğusu bunalıma girer, başkasına bilerek, bilmeyerek eziyet eder, "napayım, çok dardayım, benim böyle davranmam, çalmam, şu işi yapmam çok normal değil mi?" diyebilir.
Nihayetinde aynı dünyada yaşıyor olmamıza rağmen Bediüzzaman gibi biri çıkıyor "Kuranın sönmez ve söndürülmez bir güneş olduğunu ispat etmem lazım" diyor, Süleyman Hilmi Efendi ayağa kalkıyor ve "Unutturulmaya çalışılan Kuran'ı yaşatmam lazım" diyor, başka bir alim çıkıyor "bütün insanlara imanı götürmek lazım, güneşin doğup battığı her yere nam-ı celili Muhammediyi duyurmak lazım" diyor. Fakat bunları demek yetmiyor tabiki. "i must"dan sonra burdan "i can't" doğuyor. "Kuranın hakikatini nasıl ispat edersin, insanlara hidayeti nasıl götürürsün ki?! Elde avucta olan belli, burdan ne çıkar ki acaba?!" Üstelik varolan şeyleri yapıyoruz, çabalıyoruz, yine olmuyor yine olmuyor. Ama yapmak da lazım. Olmuyor diye bırakıp gitmek değil çözüm. İşte tam burada insan acziyetini anlıyor, meşieti Allaha bırakıyor. "Allahım, ben acizim, sen Kadirsin" ifadesini iliklerine kadar hissediyor. Hatta bu manayı bir kafir de hissetse, Allah demese bile "i must" dan sonra gelen "i can't" i yakinen tatsa, az çok o da cevap görür. Allah diyen bir müslüman bu mana ile Allaha bıraksa işleri, kerametvari sonuçlar görür, görüyor ve biz de böyle insanlar üzerinden görüyoruz.
İhlas risalesinde dikkat ederseniz "Samimi bir ihlas şerde dahi olsa neticesiz kalmaz. Evet ihlas ile kim ne isterse Allah verir. Men talebe ve cedde vecede yani kim talep eder, talebinde ciddi olursa aradığını bulur külli bir düsturdur, külliyeti mesleğimize de şamil olabilir" diyor. İşte tam da bundan bahsediyorum. "i must" ifadesini "ve cedde" de görmeye çalışın. Bu yüzden ihlası daha önce kararlılık kavramı ile izah etmiştik.
Velhasıl, çevreden şikayet etmeyen, mazeret üretmeyen, en başta sorumluluğu yüklenen ve "i must" diyen bir insan işe koyulduğunda "but i can't" demeye başlar, kararlı ve ciddi olursa ızdırar hali yaşar, sonra da imanı varsa meşieti tamamen Allaha bırakır, evvela Allahı bulmuş olur ve sonra hiç geri çevrilmeyen ızdırar duası ile istediği şeyi bulmuş olur.
Genelde bu ifadeyi de belli hayaller altında söylerler: "Şartlar elvermiyor ki yapayım, şartlar olsaydı yapardım, yoksa ne kabiliyetler var bende". Bu kritik mevzunun anlaşılması için örnekleri çoğaltalım. Bu arkadaş şartlar uygun olsa ne kitaplar okurdu, iş kursaydı en alasından kurar, şu filimdeki dizideki rolü o oynasa en iyisini yapardı. Ah o forvette o olacaktı, nasıl da takardı doksana. Tek eksiği bu şartlar eline verilmemiş olması, yada bugünlerde modunun iyi olmamasıdır. Bu arkadaşın ülke idaresinden trafik düzenlenmesine kadar, ordan borçların ödenmesine, ordan ders çalışmaya kadar, ordan namaz kılınıp kılınmamasına, ordan sohbet etmeye, kitap yazmaya kadar her konuda farklı hususi uzmanlığı vardır. Hepsini bilir, herkese her konuda fikir beyan eder, tenkitte bulunur. Esasında dışardaki birinden bahsetmiyorum. Bizzat senden, benden bahsediyorum.
Ama dikkat etmenizi istiyorum, bir çok şey hakkında "ben yapamıyorum, beceremiyorum" diyor olabilirsiniz. Fakat iyi bakın, bunların ekseriyeti, "yapamıyorum çünkü şartlar uygun olmuyor" gizli hayali altında, acziyet görüntüsü oluştururlar. Daha öncede çok vurguladığımız gibi bu görüntüler aslına benzediği için aslına engel olurlar. Acziyet görüntüsü varken nasıl gerçek acziyete, yani acz-i mutlaka ulaşsın bir insan?!
Evet, tekrar edelim, "ben yapamıyorum şu günlerde, çünkü bir iki şart uygun değil" hayali oldukça insan ne gerçekten dua edebilir, ne aczini hissedip Rahmeti ve Kudreti sonsuz olanın dergahına el açabilir. Kişi çevre şartlarından şikayeti tamamen bırakıp, sorumluluğu üstüne alırsa işte o zaman terakki merdiveninde yukarı çıkmaya başlar. Bu durumu da "yapmalıyım" yani "i must" ile formülize ediyoruz. İster dini bir vecibe olsun, ister hayatın içindeki işler adına olsun, hayali bitirip "i must" diyerek sorumluluğu üstlenmek hayatınızı baştan aşağı değiştirir. "Bu okul mutlaka bitecek, bu sınavdan geçilecek, şu makale yazılacak, faturaları mutlaka ödemem lazım, şu meseleyi mutlaka çözmem lazım, şu hastalığa mutlaka çare bulacağım, borcumu mutlaka ödemeliyim, şu hasletlerden mutlaka kurtulup, şu güzel hasletleri kesin oturtmam lazım." demek sorumluluğun altına elini sokmak demektir. Zorluklar karşısında bazısı bu sorumluluğun altına girer ama çoğusu bunalıma girer, başkasına bilerek, bilmeyerek eziyet eder, "napayım, çok dardayım, benim böyle davranmam, çalmam, şu işi yapmam çok normal değil mi?" diyebilir.
Nihayetinde aynı dünyada yaşıyor olmamıza rağmen Bediüzzaman gibi biri çıkıyor "Kuranın sönmez ve söndürülmez bir güneş olduğunu ispat etmem lazım" diyor, Süleyman Hilmi Efendi ayağa kalkıyor ve "Unutturulmaya çalışılan Kuran'ı yaşatmam lazım" diyor, başka bir alim çıkıyor "bütün insanlara imanı götürmek lazım, güneşin doğup battığı her yere nam-ı celili Muhammediyi duyurmak lazım" diyor. Fakat bunları demek yetmiyor tabiki. "i must"dan sonra burdan "i can't" doğuyor. "Kuranın hakikatini nasıl ispat edersin, insanlara hidayeti nasıl götürürsün ki?! Elde avucta olan belli, burdan ne çıkar ki acaba?!" Üstelik varolan şeyleri yapıyoruz, çabalıyoruz, yine olmuyor yine olmuyor. Ama yapmak da lazım. Olmuyor diye bırakıp gitmek değil çözüm. İşte tam burada insan acziyetini anlıyor, meşieti Allaha bırakıyor. "Allahım, ben acizim, sen Kadirsin" ifadesini iliklerine kadar hissediyor. Hatta bu manayı bir kafir de hissetse, Allah demese bile "i must" dan sonra gelen "i can't" i yakinen tatsa, az çok o da cevap görür. Allah diyen bir müslüman bu mana ile Allaha bıraksa işleri, kerametvari sonuçlar görür, görüyor ve biz de böyle insanlar üzerinden görüyoruz.
İhlas risalesinde dikkat ederseniz "Samimi bir ihlas şerde dahi olsa neticesiz kalmaz. Evet ihlas ile kim ne isterse Allah verir. Men talebe ve cedde vecede yani kim talep eder, talebinde ciddi olursa aradığını bulur külli bir düsturdur, külliyeti mesleğimize de şamil olabilir" diyor. İşte tam da bundan bahsediyorum. "i must" ifadesini "ve cedde" de görmeye çalışın. Bu yüzden ihlası daha önce kararlılık kavramı ile izah etmiştik.
Velhasıl, çevreden şikayet etmeyen, mazeret üretmeyen, en başta sorumluluğu yüklenen ve "i must" diyen bir insan işe koyulduğunda "but i can't" demeye başlar, kararlı ve ciddi olursa ızdırar hali yaşar, sonra da imanı varsa meşieti tamamen Allaha bırakır, evvela Allahı bulmuş olur ve sonra hiç geri çevrilmeyen ızdırar duası ile istediği şeyi bulmuş olur.
Yaftalar:
Acz-u fakr,
Bediuzzaman,
hayal,
ihlas,
insan,
kişisel gelişim,
NLP,
şahsi kemalat,
şikayet
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)