2.05.2013

Acz-u fakr mesleği: "I must but I can't"

Kişisel gelişim kitaplarında çok rastladığımız yanlış bir tavsiye vardır. "Hadi koçum yaparsın sen, kesseler acımaz" modunda bir telkine siz de çok rastlamışssınızdır. Bunun tesirsiz olduğundan değil, daha ötesinde negatif tesirleri olduğundan bahsediyorum. Çoğu kişisel gelişim kitaplarının bu telkinleriyle ve hayat'üd dünyanın hipnozuyla hayaller aleminde yaşayan insanlar genelde herhangi bir şeyde "yapabilirim"  zannına sahip. Bu zannı en genel anlamda "i can" ile formülize ediyoruz.

Genelde bu ifadeyi de belli hayaller altında söylerler: "Şartlar elvermiyor ki yapayım, şartlar olsaydı yapardım, yoksa ne kabiliyetler var bende". Bu kritik mevzunun anlaşılması için örnekleri çoğaltalım. Bu arkadaş şartlar uygun olsa ne kitaplar okurdu, iş kursaydı en alasından kurar, şu filimdeki dizideki rolü o oynasa en iyisini yapardı. Ah o forvette o olacaktı, nasıl da takardı doksana. Tek eksiği bu şartlar eline verilmemiş olması, yada bugünlerde modunun iyi olmamasıdır. Bu arkadaşın ülke idaresinden trafik düzenlenmesine kadar, ordan borçların ödenmesine, ordan ders çalışmaya kadar, ordan namaz kılınıp kılınmamasına, ordan sohbet etmeye, kitap yazmaya kadar her konuda farklı hususi uzmanlığı vardır. Hepsini bilir, herkese her konuda fikir beyan eder, tenkitte bulunur. Esasında dışardaki birinden bahsetmiyorum. Bizzat senden, benden bahsediyorum.

Ama dikkat etmenizi istiyorum, bir çok şey hakkında "ben yapamıyorum, beceremiyorum" diyor olabilirsiniz. Fakat iyi bakın, bunların ekseriyeti, "yapamıyorum çünkü şartlar uygun olmuyor" gizli hayali altında, acziyet görüntüsü oluştururlar. Daha öncede çok vurguladığımız gibi bu görüntüler aslına benzediği için aslına engel olurlar. Acziyet görüntüsü varken nasıl gerçek acziyete, yani acz-i mutlaka ulaşsın bir insan?!

Evet, tekrar edelim, "ben yapamıyorum şu günlerde, çünkü bir iki şart uygun değil" hayali oldukça insan ne gerçekten dua edebilir, ne aczini hissedip Rahmeti ve Kudreti sonsuz olanın dergahına el açabilir. Kişi çevre şartlarından şikayeti tamamen bırakıp, sorumluluğu üstüne alırsa işte o zaman terakki merdiveninde yukarı çıkmaya başlar. Bu durumu da "yapmalıyım" yani "i must" ile formülize ediyoruz. İster dini bir vecibe olsun, ister hayatın içindeki işler adına olsun, hayali bitirip "i must" diyerek sorumluluğu üstlenmek hayatınızı baştan aşağı değiştirir. "Bu okul mutlaka bitecek, bu sınavdan geçilecek, şu makale yazılacak, faturaları mutlaka ödemem lazım, şu meseleyi mutlaka çözmem lazım, şu hastalığa mutlaka çare bulacağım, borcumu mutlaka ödemeliyim, şu hasletlerden mutlaka kurtulup, şu güzel hasletleri kesin oturtmam lazım." demek sorumluluğun altına elini sokmak demektir. Zorluklar karşısında bazısı bu sorumluluğun altına girer ama çoğusu bunalıma girer, başkasına bilerek, bilmeyerek eziyet eder, "napayım, çok dardayım, benim böyle davranmam, çalmam, şu işi yapmam çok normal değil mi?" diyebilir.

Nihayetinde aynı dünyada yaşıyor olmamıza rağmen Bediüzzaman gibi biri çıkıyor "Kuranın sönmez ve söndürülmez bir güneş olduğunu ispat etmem lazım" diyor, Süleyman Hilmi Efendi ayağa kalkıyor ve "Unutturulmaya çalışılan Kuran'ı yaşatmam lazım" diyor, başka bir alim çıkıyor "bütün insanlara imanı götürmek lazım, güneşin doğup battığı her yere nam-ı celili Muhammediyi duyurmak lazım" diyor. Fakat bunları demek yetmiyor tabiki. "i must"dan sonra burdan "i can't" doğuyor. "Kuranın hakikatini nasıl ispat edersin, insanlara hidayeti nasıl götürürsün ki?! Elde avucta olan belli, burdan ne çıkar ki acaba?!" Üstelik varolan şeyleri yapıyoruz, çabalıyoruz, yine olmuyor yine olmuyor. Ama yapmak da lazım. Olmuyor diye bırakıp gitmek değil çözüm. İşte tam burada insan acziyetini anlıyor, meşieti Allaha bırakıyor. "Allahım, ben acizim, sen Kadirsin"  ifadesini iliklerine kadar hissediyor. Hatta bu manayı bir kafir de hissetse, Allah demese bile "i must" dan sonra gelen "i can't" i yakinen tatsa, az çok o da cevap görür. Allah diyen bir müslüman bu mana ile Allaha bıraksa işleri, kerametvari sonuçlar görür, görüyor ve biz de böyle insanlar üzerinden görüyoruz.

İhlas risalesinde dikkat ederseniz "Samimi bir ihlas şerde dahi olsa neticesiz kalmaz. Evet ihlas ile kim ne isterse Allah verir. Men talebe ve cedde vecede yani kim talep eder, talebinde ciddi olursa aradığını bulur külli bir düsturdur, külliyeti mesleğimize de şamil olabilir" diyor.  İşte tam da bundan bahsediyorum. "i must" ifadesini "ve cedde" de görmeye çalışın. Bu yüzden ihlası daha önce kararlılık kavramı ile izah etmiştik.

Velhasıl, çevreden şikayet etmeyen, mazeret üretmeyen, en başta sorumluluğu yüklenen ve "i must" diyen bir insan işe koyulduğunda "but i can't" demeye başlar, kararlı ve ciddi olursa ızdırar hali yaşar, sonra da imanı varsa meşieti tamamen Allaha bırakır, evvela Allahı bulmuş olur ve sonra hiç geri çevrilmeyen ızdırar duası ile istediği şeyi bulmuş olur.

26.03.2013

Şairane-3: "Hiç" olmadığı kadar



Yok olmayı anlatıyorum... 
yok olmak, bir katrenin ummanda kaybolması
yada bir sesin, dağın tepesinde  ıssız ve yankısız sönmesi gibi...
Varsayılan bir noktanın, Sonsuzun varlığını anlattığı gibi anlatıyorum... 


Önce varsayarsın yokluğu, tadarsın yokluk acısını...
Sonra yok sayarsın varlığı, kalırsın yapayalnız...
Birbir geçersin cendereden, adım adım, yudum yudum..
yalnızlığınla yürürsün, yürüdükçe yalnız kalırsın... 


önce sevgine vurulur kelepçe, sonra diline...
diyemezsin sevdiğini o nazlı yarine ...
gönlüne müdahele eder aklın,
yavaş yavaş erir varlık, sen ademi tadınca,  
cud bulan O olur, sen mün'adim olunca


Ah hiçlik.. 
hiç olmak istiyorum hiç olmadığı kadar...
sıfır, tam bir sıfır... noksansız bir sıfır... 
yok olacak yokluğumda her bir günah...
adem rengindeyim bugün, ademinde benliğin...


(Haziran-2007)

25.09.2011

Evrim Üzerine Yeniden


Evrim meselesinde doğru soruyu soramazsak, doğru cevaplara ulaşamayız. Soru evrim var mıdır yok mudur sorusu değil, evrimin doğruları ve yanlışları neler sorusudur. Zira çok cüzlerden oluşan bir küllü reddetmek, tüm cüzlerini de reddetmeyi iktiza eder. Bu da tartışmasız ve herkes tarafından kabul edilmiş bir çok hakikati de reddetmek demektir ki, hakikate karşı büyük bir saygısızlık olur. O halde evrim belli kontekslerde tekrar analiz edilmeli, oturması gereken rayına daha münasip bir şekilde oturtulmalı.

Evrim yaratılışın alternatifi midir?

Batı dünyası ve hristiyanlığı, Newton'ın mekanistik kainat görüşünden etkilenmiş hatta benimsemiştir.  Buna göre tanrı kainatı bir ilk yaratma ile yarattıktan sonra diğer tüm oluşumları kanunların ve sebeplerin ellerine bırakmıştır. Tüm hadiseler bu kanunların muktezası neticesinde önceki sebeplerinin birer çocuğu şeklinde ortaya çıkar. Tanrıdan bağımsız ama tanrının ara sıra mucizelerle müdahele ettiği bu kainat görüşü, velediyet akidesinin bir veledidir. Bu düşünce, kainatın tanrıyı içine alabilmesi ve kainatın kendisini varsayılan (default) kabul edip, tanrıyı kainat içinde herkesten güçlü, herkesten bilgili, herşeye müdahale edebilen üstün-insan (super-human) imajıyla görmeleri, ara-sıra mucize ile müdahale eden bir tanrı düşüncesini de beraberinde getirmiştir.

Bu nedenle batıdaki evrimle ilgili tartışmaların hemen hepsi ''evrim''/ ''yaratılış'', ''evrimci/yaratılışcı'' kavramlarını birbirlerine alternatif olarak kullanırlar. Maattessüf, islam dünyası da evrim fikrini bu dualite zemininde almış, bu husustaki kendi kelamını, teolojisini uygulama ve kendi ikliminde yeniden yorumlama yoluna girememiştir. Bunun en büyük iki sebeplerinden birincisi, evrim nazariyesinin yayıldığı konjönktörün neticesi, batının evrimi inkar-ı uluhiyet fikrinin eşantiyonu olarak vermesi, ikincisi ise evrimin inanç-inkar tartışma fırtınasına hazırlıksız yakalanan islam aleminin mütedeyyin ve akl-ı selim sahibi bilimadamı eksiğinden kaynaklanan korunmacı ve reaksiyoner tutumu olmustur.  

Halbuki Kuran'ın ikliminde herşeyin tekevvünü, bulutların oluşumu ve yağmurların yağmasından, yıldızların hareketlerine, embriyonik gelişmeden toplumların kazandıkları zafere kadar yaratılış kavramı içerisinde takdim edilir. Bu bağlamda evrim için mevcut öngörülenlerin tümü doğru bile olsa Kuran terminolojisinde Allah'ın yaratması kapsamına girer. Bu yüzden evrim ve yaratılış birbirine münafi değildir. Olsa olsa, evrim biyolojik yaratılışın mekanizmalarından birini açıklamaya yönelik bir teori olabilir. Halböyleyken evrim üzere dönen tartışmalar Allahın varılğını ve yaratmasını sorgulamaktan çok uzaktır.

Kuranda Hz. Adem mefhumu ve evrim

Kur'an-ı Azim'uşşan, bir bildirge yahut bir tarih kitabı olmadığı gibi, gayesi de insanlara sadece bir takım bilgiler sunmak değildir.  O, ezeli bir kelam olması itibariyle çok külli maksatları havidir. Maksatlarından birinin zaman boyutuna izdüşümü, şahsın ve toplumun potansiyel havi olduklari hususiyetleri kuvveden fiile çıkarmak, yani ideal ferd ve toplum oluşturmaktır. Bu yüzden her ayeti, her kavramı, bütün zamanlara ve bütün insanlara hitap eder.  Çoğu zaman da ayetlerin ilk, sarih manalarının yanında türkçede kullandığımız ¨kızım sana diyorum, gelinim sen anla¨ deyimindeki gibi işari ve remiz manalarıyla hitap eder.
Mesela Hz. Adem aleyhisselam'ın şahsında aynı zamanda beniAdem yani insanlık anlatıldığı gibi, İblis'in şahsında da insanlığa düşman olan tüm şeytanlar ve şeytanlık  anlatılır. İnsanlığın babası olan Hz. Adem'in yaratılışı, Kuran-ı Kerimde safha safha anlatılır.

Tüm bunların ışığında denilebilir ki, insanlığın safha safha yaratılması herkesçe müsellem olmakla birlikte, esas mesele, Hz. Adem aleshisselamın biyolojik cesedinin hazırlanma safhalarının biyolojik zeminde mi, materyal seviyede mi, metafizik dünyada mı yoksa daha başka bir alemde mi cereyan ettiği sorusudur. Bu düşüncelerin herbiri ise Kuran-ı Kerimin ve sahih hadislerin sarahatini inkar etmemek şartıyla, itikadi olmayıp, ¨fihi nazarun¨ kategorisine dahildir.

Şairane-1: Bir Hayalin Te'vili

Eskilere Ait Bir Futuhat-ı Mekkiye Meyvesidir


Seyr başlıyor...
Ve yavaş yavaş, göz kepengini indirdi...
Yavaş yavaş, manaya cisim giydirdi...
Şuursuz girdi uzun ince yoluna
İnceden perde çıktı karşısına




İşte dualite...
Perde iki renkli, hem iki yüzlü,
Biri siyah, diğeri beyaz süslü
Beyaza bir göz, siyaha bin bakıyor,
Bin göz ki manası o Bir'den geliyor.


Ben nerdeyim?
Siyahtayım, hem ayakta,
Kupkuru hava, güneşin alnında,
Mana kayıplara karışmış,
İnsan yokluğa allışmış...


Harmoniye ceza...
Binlerin içinde, hareketli bir gün...
Koşuşturmaca, bağrıştırmaca, para, eğlence, gürültü...
Güneşin tam altında, terler içinde, hava kupkuru...
Ağlamak bile yasak, kalbin yeni kuralı..
Durmak dile haram, gözler kırık cam edalı,


Davet var...
Perdenin verasından esrarlı bir musiki
Kalbinden yakaladı ve sundu daveti...
Yasak kalktı, göz ağladı, sundu aczini
Celali bir ses geldi, bekle ve gör halini


Perdeyi geçenler...
Kesret boğuyor ama reca var..
Etrafa bakıyor ki gönüller dar...
Perdenin ardına geçiyor bir ikisi...
Geçenler de kayboluyor, hem kendisi hem sesi...


Acz, dua kabına damladı
Bir dua, manası sırlı hayattan,
Bir dua, can cekişen fıtrattan...
Bir dua, mazideki masumiyetten...
Bir dua, istikbalin yiğidinden...


İşte duanın tesiri 
İçini vicdani bir his bürüdü
At artık şu dağ cürmünü...
“Kimsin sen? Yine kim konuştu?”
Ses yok... Demek konuşan sükuttu...


Nasıl bir ses bu sükut?
Tıpkı bir çağlayan sesi...
Belki kuşların musikisi, rüzgarın neşvesi...
Belki dalganın narası, berkin yüksek sadası...
Ama kelimeden münezzeh, sade, vazıh edası


Sesimi takip et...
Bütün görüntü bir akıl yanılgısı...
Formlar ve suretler ayak prangası...
Fikirlerin kokuşmuş gıda...
Hislerin düşmüş ayağa...


İlk ders...
Çok kelime var ki seni kandırıyor...
Hem aklını hem ruhunu bulandırıyor...
Olmayana var, mevcuda yok diyorsun..
Var olanın birliğini bilmiyorsun...


Kafa karışık... 
Var olan bir olmalı, Bir olan var olmalı..
Ama beyin sızlıyor, bu görüntü neyin malı?
Gaye-i hilkat nedir, aceb ezeli midir?
Manası yoktan değil, ilm-i ilahi ezelidir.


Tehlikeli bölge...
Benim hakikatım, ilimde vardı Ezelde
hadistir sen nazarında, ezelidir O'nunkinde
Vahdet-ül vücud deme, zira tehlikelidir.
Ama bil ki senin vücudun çok şüphelidir.


Zaman mefhumu...
Akıl sordu ki zaman diyorlar nedir?
Büyük bir hakikatın bir cilvesidir.
Hakk dediler onun  hakiki adına,
Görünür bakınca levh-i mahv-u isbata,

8.12.2010

Odaklanabilmek icin

Kimi zaman basit bir yaziyi anlamak icin defalarca okursunuz. Yada size soylenen basit seyleri anlamak icin tekrar ettirmissinizdir. Halbuki basarinin ve ilmin arkasindaki bir kac sebepten en onemlisi "dikkat"tir. Sirf bu yuzden kitap okumada verim alamiyorsaniz, calistiginiz dersler fayda etmiyorsa, dersleri, seminerleri yada sohbetleri takip etmekte zorlaniyorsaniz ve en onemlisi bu durumdan rahatsizsaniz size ufak bir tavsiyem olacak. Tavsiyeye gecmeden evvel bu durumun sebebini anlamak icab eder. 

Dikkat daginikligi yada konsantrasyon eksikligi diye tanimlayabilecegimiz bu durumun sebebi, beynimizin ve onunla beraber etkilesim icin de bulunan ruhumuzun (psikolojimizin) paralel islem yapmasidir. Simdi meseleyi izah edebilmek icin bazi postulalar tanimlayacagim:

1.  Bir isin onemi kisiye ve zamana gore degisir.  
islerin onemi objektif degildir, subjektiftir. Yani kisinin verdigi "onem" o isin o kisideki derecesini belirler. Bunun yaninda bir kisinin bir ise verdigi onem o isi arzu etme derecesi ile orantili olsa da her zaman dogrudan belirlenmez. Bazen cok arzu etmedigi halde gerektigi icin yapilan cok onemli isler olabilir. Bunun yaninda normal sartlarda ayni oneme sahip iki isten aciliyet derecesi birinin onemini daha cok arttirir. 

2. Insan islerini onem sirasina gore yapar. 
Aciliyet ve arzu edilme derecesi isin icine katilarak belirlenen onem sirasi, yapilan islerin sirasini gosterir. 

3. Insan beyninde suuralti calisan bir alarm mekanizmasi vardir. 
Insan bir isi aciliyetinden oturu yaparken, yapmasi gereken siradaki isler beyin tarafindan surekli hatirlatilir. Bu ise mevcut yaptigi islerdeki dikkatini dagitir. 

4. Suuralti, el altindaki muhtemel yapilabilecek isleri insana hatirlatarak surekli tavsiye edebilir
Bu da dikat dagitir.  

Bir ise pur dikkat ile odaklanmak istiyorsak, yukaridaki postulalarin dogrulugu varsayildiginda sunlari yapmak gerek:
a) odaklanmak istedigimiz isin onemini bilmek ve kendimize hatirlatmak. Bu aslinda motivasyonun yada halk arasindaki tabir ile "gaz verme"nin ta kendisidir. Bir isin onemini hatirlamak icin, bu is yapildiginda ve yapilmadigindaki neticeleri tefekkur edilip, bu neticeleri kendisinin ne kadar arzu ettigi ve ne kadar kacinmak istedigi, temrinler ile vurgu yaparak dusunulmeli. Burada onemli olan farkindaliktir. Bir parca NLP ise yarayabilir. 

b) Islerin aciliyeti dusunulmeli. Bunun da farkinda olmali. O is gecitirildigindeki neticeleri de dusunulebilir. 

c) Beyindeki suuralti alarm sistemini kapatmali. Beyindeki alarm sistemi calistikca bir ise konsantre olmak cok zordur. Bu alarm sistemini kapatmak icin ise disaridan bir alarm sistemi elde etmek lazim. Mesela bir ajanda tutabilirsiniz. Katilmak istediginiz seminerleri, ders saatlerini, randevulari kafaniza yazip herbiri icin suuralti alarm olusturmaktansa, bir ajandaya yazip, mekanik yada elektronik bir alarm sistemi kurabilirsiniz. Bazi web siteleri sizin icin bir takvim tutup size hatirlatma yapabiliyor. Yada gun icinde bir isiniz varsa, 10 dk oncesi yada uygun bir zaman oncesinden telefonunuza alarm kurabilirsiniz. 

d) Bir ise konsantre olmak istiyorsaniz, yapilabilecek tum alternatif islerden kurtulmalisiniz. Yemek, internete girmek, baskalariyla konusmak, televizyon izlemek vs. gibi ihtimallerin bulundugu bir ortamda baska bir ise konsantre olabilmek ozel yetenek ister. Bu yuzden is yaparken tum bu ihtimallerden kurtulmak lazim. Mesela evde internetin, TV'nin, buzdolabinin vs bulundugu bir ortamda ders calismak ile kutuphanede bilgisayarin getirilmedigi, yemenin ve birileriyle konusmanin yasak oldugu bir ortamda ders calismak arasinda cok ciddi verim farki vardir. Kitabi internetten okumak ile internetin ve baska yapacak seyin olmadigi mesela kitap okuma kampi gibi bir ortamda okumak arasinda da daglar kadar fark oldugunu tecrube edebilirsiniz. 

Eger bir isi yapmak icin ortam degistirmek mumkun degilse, o halde kendinize kural koyun. Mesela kendinize diyebilirsiniz ki 1 saat boyunca yemek, konusmak, internete girmek, TV acmak yasak. Bu yontem bir cok insan icin ise yarasa da bazilari kendilerine saygi duymuyor olabilirler. Kendilerine saygi duymamayi ozellikle tercih edenler bu kurallara uymayi hakka saygi olarak gorebilirler. Yine de ise yaramazsa, cok daha etkili olan ve herkese tavsiye edebilecegim bir yol daha var: grup halinde yani cemaatle is yapmak. Mesela okumak istiyorsaniz, 1-2 kisi daha bulun, beraber okumayi deneyin. Ders calismak icin de ayni taktigi uygulayabilirsiniz. Yalniz uyarayim, 2 kisi bulabiliyorsaniz 1 kisi ile yetinmeyin, zira iki kisilik bir grupta cogunluk yoktur. 

Tum bu tesbitler ve tavsiyeler sahsi tecrube ve okuduklarimdan cikardiklarimdir. Elbette biyolojik yada psikolojik pataloji durumlarina cevap vermeyebilirler. Bu durumda yapilmasi gereken uygun bir doktora gitmektir. Ama onun disinda bunlari bilmek, hayata gecirmenin ilk adimi oldugu icin belki baziniza da ise yarar mulahazasiyla yaziya aktardim. Insallah istifade edersiniz.